ASKIDAKİ EKMEĞİ HAFİFE ALMAYIN

Sevgili okurlar, ben fırsat buldukça semt pazarlarını gezer, esnaflarla, vatandaşlarla sohbet ederim. Geçen 21 Ekim günü öğle saatlerinde Cumhuriyet Mahallesi’ndeki Çarşamba Pazarı’na yolum düştü.

Hava yağmurluydu ve pazarın arka sokağında yüzlerce metreyi bulan bir kuyruk vardı. Sıraya giren insanları görünce, pandemi nedeniyle giriş çıkışların sıraya konulmuş olabileceğini düşündüm.

Meğer gördüğüm kuyruk pandemi önlemi değil, Muratpaşa Belediyesi Aşevi’nin yemek kuyruğu imiş. Vatandaşlar, aşevinden ücretsiz dağıtılan yemekten alabilmek için sıraya girmişler. Yağmur altında sırılsıklam olmayı da,  kuyruğa girip hastalık bulaşma riskini de göze alıp bekliyorlardı…

Bu manzarayı görünce, 1970’li yılların sonlarında yaşanan tüp, yağ, sigara, benzin kuyrukları gözümün önüne geldi. Ben o tarihlerde ilkokul öğrencisiydim. Ama dün gibi hatırlıyorum o yokluk yıllarını.

Memlekette döviz olmadığı için ithalat yapılamıyordu. Rahmetli Süleyman Demirel’in “70 sente muhtacız” dediği günlerdi. Karaborsa yılları… Ama o günlerde yoksulların Antalya’da yemek kuyruğuna girdiğini hiç ama hiç hatırlamıyorum.

Gerçi aşevi de görmedim o yıllarda. Belki ihtiyaç olmadığı için aşevine ihtiyaç duyulmamıştı o günlerde. Muhtemelen böyle bir ihtiyacı toplum dayanışmayla bizzat kendisi karşılıyordu.

Örneğin benim annem…

Çocukluğumda biz Burdur Bağsaray’da yaşarken kasabaya DSİ’nin su kanaletleri işlerinde çalışmak için gelen işçiler vardı. Kasabanın köy odalarında kalan bu işçilere annem haftanın birkaç günü yemek yapar bizimle gönderirdi. “Sıcak bir yemeğe hasret kalmışlardır gurbet ellerde” diye düşünürdü. Götürdüğümüz o yemeklerden çok mutlu olurlardı o işçiler.

1970’li yılların ortalarında taşındığımız Antalya’daki evimiz, Zeytinköy’deki yetiştirme yurdunun yakınındaydı. Ben de yetiştirme yurdunun bitişiğindeki Gültekin İlkokulu’nda okuyordum. Bu yüzden çok sayıda yurt çocuğu ile arkadaş olmuştum. Annem yetiştirme yurdunda kalan arkadaşlarımı da sık sık yemeğe davet ederdi.

Yurdun diğer tarafında şimdi Antalya Anadolu Lisesi’nin olduğu Yavuz Selim Ortaokulu ile Lisesi vardı.  Özetle o dönem yetiştirme yurdunun çocukları, yanı başlarındaki ilkokulda okula başlayıp, buradan mezun olduktan sonra diğer taraftaki ortaokul ve lisede eğitim görüp üniversiteye kadar kesintisiz okuyabiliyordu.

Sonra ne mi oldu? O yetiştirme yurdunun bitişiğindeki ortaokul ve liseyi Antalya Anadolu Lisesi yaptılar. Sınavla öğrenci alan o okula, yetiştirme yurdunun çocukları gidemediler. Yanı başlarındaki okuldan mahrum kaldılar.

Sadece onlar mı?

 Zeytinköylüler’in çocukları da eğitimden mahrum kaldı yıllarca.  Şayet bugün Zeytinköy uyuşturucu ve suç ile anılıyorsa; bunda 1980’li yıllarda Yavuz Selim Orta Okulu ile Lisesi’nin buradan taşınıp binanın Antalya Anadolu Lisesi’ne verilmesi sonucu bölge halkının eğitimden mahrum kalmasının yanında, imarla ilgili problemlerinin yıllarca çözümsüz bırakılmasının da etkisinin olduğunu düşünüyorum.

 

Edindiğim bilgiye göre;

Bugün Muratpaşa Belediyesi Aşevi’nden günde ortalama 1500 civarında kişi faydalanıyormuş. Bunların başında da Zeytinköy yer alıyor. Muratpaşa Belediyesi’ndeki Turunç Masa’ya başvuran ihtiyaç sahiplerinin evlerine her gün kumanya ile yemek götürülüyormuş. 

Kimisi de benim gördüğüm gibi Cumhuriyet Mahallesi’ndeki kapalı pazar yerindeki aşevine gidip yemeğini kendisi alabiliyormuş. Çarşamba günleri burada pazar kurulduğu için pazarcılar yemek dağıtımının işlerini olumsuz etkilediğini söyleyip belediyeden dağıtım yerinin pazar dışına alınmasını talep etmişler.

21 Ekim günü bu talep üzerine dağıtım yerinde değişikliğe gidilmiş. Benim gördüğüm kuyruk da bundan kaynaklanmış. Belediye yemek dağıtım işini hayırseverlerden ayni yardım alarak gerçekleştiriyormuş.

Bunları görünce MHP lideri Devlet Bahçeli’nin muhalefetin eleştirdiği askıda ekmek kampanyası da aklıma geliyor. Kim ne derse desin; hem Devlet Bahçeli’nin çağrısı, hem de Muratpaşa Belediyesi’nin  kimi günler 2 bin kişiyi bulan yemek dağıtım işinin sosyal dayanışma bakımından çok yararlı olduğunu düşünüyorum.

Kendimden örnek vereyim…

Ben 1990’lı yıllarda İstanbul’da üniversitede okurken bir süre Kumkapı’daki Kadırga Erkek Öğrenci Yurdu’nda kaldım. Yurdun bulunduğu sokakta bir fırın vardı. Her gün buradan sıcak ekmek alırdım.

Bir gün fırına gittiğimde cüzdanımı yanıma almayı unuttuğumu fark ettim. Ekmeği de istemiş bulunmuştum. “Parasını sonra vereyim” dediğimde fırıncı ekmeği elimden almıştı. Oysaki her gün alışveriş yaptığım bir yerdi.  

O günü hayatımın sonuna kadar unutmam mümkün değil. Allah kimseyi kuru ekmeğe muhtaç etmesin. Ama öyle ya da böyle muhtaç olabiliyor insan. O olaydan sonra bir daha o fırına bir daha adımımı bile atmadım. Ailem beni hiç parasız bırakmadığı halde bir ekmeğe muhtaç kalmıştım.

Askıda ekmek, deyip geçmeyin…