ANTALYA'NIN MEŞHUR EYYAM-İ BAHUR SICAĞI

İBRAHİM OKUMAMIŞ

Yapılan son meteorolojik değerlendirmelere göre ANTALYA müthiş bir sıcak hava dalgasının etkisine girecekmiş. Hem de öyle böyle değil. SICAK ve kuru hava ile birlikte rüzgar etkili olacakmış.

Dün o kadar işimin arasında sosyal medyada ‘Hava Forum’ diye Türkiye'nin ilk meteorolojik forum sitesinin bir paylaşımı gözüme ilişti. Hafta sonu için uyarı yapılmış.

Antalya'da CUMARTESİ günü sıcaklığın gölgede 46-47 dereceye ulaşmasının tahmin edileceğini belirtiliyor. Asfalt ve toprak sıcaklığı ile bunun yer yer 60 dereceye ulaşacağı vurgulanıyor.

Bunu okurken aklıma bir dönem görev yaptığım Sabah Gazetesi’nde, Antalya tarihçisi HÜSEYİN ÇİMRİN’in yazdığı ‘ANTALYA'NIN MEŞHUR EYYAM-İ BAHUR SICAĞI’ başlıklı yazısı aklıma geldi.

Üstat Çimrin’in bu yazısı sayesinde Antalya’nın meşhur sıcağının adını da öğrenmiştim yıllar önce. Çünkü her yıl bu sıcaklarla eskiden nasıl baş edildiğini tane tane anlatıyordu.

Hiç üşenmeden o yazı arayıp buldum. Belki hafta sonu için biraz ÖNLEM olur, birazda nostalji olur düşüncesi ile biraz kısaltarak köşemden aktarmak istedim. Hadi gelin keyifle birlikte okuyalım.

“Eskiden Antalya'da evler çoğunlukla ahşap; MELTEM ve MANAVGAT rüzgârlarını alacak ve birbirlerini gölgelendirecek şekilde DAR SOKAKLAR içinde inşa edilmişlerdi

Özellikle Temmuz ve Ağustos aylarında Antalya'da kuru ve KAVURUCU SICAKLAR başlar. Antalyalılar bu sıcakları ‘EYYAM-İ BAHUR’ sıcakları olarak adlandırır. Bugünlerde o sıcakları yaşıyoruz.

Eski dilde EYYAM, günler, rüzgâr; BAHUR, fazla sıcaklık, sıcak zamanlarda yerden yükselen buhar anlamındadır. Sonradan Antalya'ya yerleşip ‘ANTALYALI’ olmuş bazı dostlarımız, eski Antalyalılara "Her şey güzel, hoş da bu sıcaklarınız hiç çekilmiyor!" diyerek sitem ederler.

Haklılar da. Ancak bir şey unutuluyor. Eskiden bu kadar BETON yapı, yüksek binalar yoktu Antalya'da. Evler çoğunlukla AHŞAP; 'Meltem ve Manavgat Rüzgârları'nı alacak ve birbirlerini gölgelendirecek şekilde dar sokaklar içinde inşa edilmişlerdi.

Ayrıca evler ve caddelerdeki kaldırımlar, kocaman yalancı karabiber ağaçlarının gölgesi altındaydı. Yaz aylarında dik gelen güneş ışınları toprağa ve EVLERE ULAŞAMAZDI bile.

BUZ GİBİ SULAR AKARDI

Bunlardan başka, eskiden ANTALYA caddelerindeki kanallarda ve küçücük dar sokaklarında Düden Çayı'ndan gelen gürül gürül buz gibi sular akar, kente bir serinlik verirdi.

Akşamüstleri sokaklar, caddeler, bu sularla sulanırdı. Bugün bu sular yok ama kale gibi yükselen BETON BİNALAR var. Bu beton yapılar, bugün olanca güneşi gün boyunca emiyor; adeta bir fırına dönen duvarlar, gece boyunca da o evlerde yaşayanlara hayatı ZEHİR ediyor.

Yapılan yüksek binalar, Antalya'nın iklim koşulları ve rüzgâr yönleri DÜŞÜNÜLMEDEN inşa edildikleri için, denizden gelen meltemi kesti.

Eskiden Antalya çok güzel meltem alırdı. "MELTEM HANIM" diyerek de gönlü okşanan bu esinti bizlere serinlik, bitki örtüsüne canlılık ve nem getirirdi. Bu ‘meltem hanım’, güneş biraz yükseldikten, yani kara ısındıktan sonra deniz tarafından karaya doğru eser ve ikindiye kadar devam eder; sonrası ise akşam karanlığına kadar meltemin durgun devresidir.

Bundan sonra basınç dengesi bozulur, tersine döner ve güneş doğuncaya kadar ‘MANAVGAT’ denilen rüzgâr, karadan denize doğru eser. Bu iki rüzgâr, Antalya'nın yazın ÇÖL SICAĞINA benzeyen havasını biraz olsa da yumuşatır, dayanabilecek hale getirirdi.

Meltem, Antalya'da denizden 70-80 km içerilere kadar sokulur. Ne de olsa MELTEMLER Antalya kıyılarının olağan klimasıdır. Bu estikçe ağır sıcaklar biraz hafifler, dayanabilme derecesine inerlerdi.

Antalya halkı, her yıl bu aylar arasında bu havayı bilir ve bekler. Akdeniz'in havası bu devrede İran (Basra) Körfezi ve Arabistan yönünü tuttuğundan, EYYAM-İ BAHUR rüzgârı da karadan kıyılara, kıyılardan da deniz üzerinden o yönde aynı şiddette eser.

Denizde ancak küçük küçük dalgalar yapar. "Eyyam-i Bahur"dan kurtulan Akdeniz kıyı halkı, biraz ferahlar ve artık ağır yaz sıcaklarını bir parça olsun atlatmıştır.

DÜDEN SUYU'NDAN HAVUZ

İşte bu EYYAM-İ BAHUR günlerinde Antalya en sıcak ve en bunaltıcı günlerini yaşar. Termometre 43 dereceye kadar yükselir. Toros kayalıklarının bütün rutubetini emdiği bu kuru rüzgâr, dokunduğu yeri KAVURUR.

Bu rüzgârlar 1-3-5-7 gibi tek sayılı günlerde devam eder. 7'yi geçince ekseriya 15 günden önce dinmez. İşte Antalya'da ‘EYYAM-İ BAHUR SICAKLARI’ denilen bu yakıcı poyrazın estiği ağustos ayının ilk haftası içinde yedi gün süren bu hafta boyunca, denize girilmezdi.

Çünkü böyle günlerde insan vücudunda beyaz lekeler yapan ‘ALA’ düştüğüne inanılırdı. ‘Eyyam-i Bahur’ günlerinde anne-babalar çocuklarına denizi yasaklarlardı.

Fakat yasaklar çocuklara vız gelir, inadına denize koşarlardı. Bu yedi gün içinde denize giren çocuklar, ‘ala düşmesin’ diye boyunlarına ucunda 8'lik bir çivi asılı bir ip geçirilirdi.

Sıcaklardan korunma yöntemleri de oldukça basitti. Evlerinin bahçelerinde Düden Çayı'ndan gelen su ile dolan havuzları olanlar; bu havuzlara girerek serinlerlerdi.

ÇAKIL TAŞINDAN KLİMA

Eskiden çoğu evde taşlık denilen alt katın tabanı KONYAALTI PLAJI'ndan tek tek ve özenle seçilerek getirilen ve türlü şekillerle süslenmiş çakıl taşlarıyla bezeli olurdu.

Bitki ve geometrik motifli olarak yapılan bu çakıl döşemeler, yumuşak kireç harç üzerine el ile tek tek, iki veya üç renkli olarak döşenirdi.

Yaz aylarında bu çakıl döşemeye atılan bir kova su, taşların üzerinde birden buharlaşınca, ortalık serinleyiverir; çakıl taşları arasında kalan ıslaklık nedeniyle elde edilen serinlik, Antalya'nın yakıcı sıcaklarında Antalyalılar için, uzun süren bir klima esintisi etkisi yaratırdı.”